saçlar, deniz kabukları...





saç hafızadır benim nezdimde. saçların gidince hafızan da sıfırlanır. hatta saçlarından bu yüzden vazgeçebilir insan sadece. saç seninle uzar, seninle büyür, seninle yaşar anı. cansız bilinir ama canlıdır. bir ağaç dalı ne kadar canlıysa o da en az o kadar canlı. ikisinin de kökü ta dipte. saç gidince yaşananlar silinmez belki ama dibe çekilir, yosun tutar, yıllanır. yaşanan ne varsa işte o saç tellerine siner, orada saklanır...

resim: kına, d. '99

gece yolculuğu




"uzun yollar yapası var, kendini dinleyesi, yeniden yaratası, yeni baştan bulası.. uzun yollar yapası var, uzaklara gidesi, gece yolculuğuyla yeniden kendine gelesi, nefes alası, durası, hareket edesi, gidesi, bir öğleden sonra uyandığında yatağının berisindeki pencereden denizi göresi......"

yukarıdaki satırları sadece unutmayayım diye yazıyorum aslında.. bu düşü, bu rüyayı, bu isteğimi.. önce çanta.. giysiler, kitaplar, defter, kalem, müzik.. sonra mont, botlar, anahtarlık.. sonra yol.. belki benzinci arada.. sabaha karşı başlayan bir şarkı, yüzümde bir gülümseme.. güneşin doğuşunu izlemek uzun yolda giderken.. günebakan tarlaları ile başlamak güne.. sonra "deniz".. benim deniz'im, sadece benim.. ister inanın, ister inanmayın.. tıpkı çocuklar ülkesindeki gibi, sadece çocukların inanabileceği bir deniz.. deniz'imin kıyısında sıcacık çay, tost.. o koku.. yola devam.. az kaldı.. az kaldı durmaya ve dinlemeye kendimi.. bir bahçe, bembeyaz iki katlı küçük evlerden oluşan bir avlunun ortasında.. azıcık ilerde deniz, azıcık ilerde çakıl taşları, azıcık ilerde mavi mercanlar.. orası mavi mercanların anavatanı.. sonra yukarı çıkma, ılık bir duş ve yatağa uzanma.. bakakalarak pencerenin kenarında.. denize.. denizime, denizine, denizimize..

"gece yolculuğu ve deniz... ama o penceden... o pencereden bakmak istemek, hayata, dünyaya, kendine..."

işte tam da bu satırlarda geçenleri yaşayabilmek için ihtiyacım var "boyumdan büyük" adımlar atmaya, ben'den geçip ben'i bulmaya...

don’t wear your inside out to keep you warm...





bugün zor bir gün benim için.. çünkü hayatımla ilgili büyük kararlar alma aşamasındayım, "boyumdan büyük" kararlar belki de... bazı şeyleri "bırakma", bazı şeylere "başlama", bazı şeylere "evet", bazılarına ise "hayır" deme aşamasında.. gri gördüğüm yerde siyaha ya da beyaza odaklanma, sadece siyah ve beyazdan ibaret olduğunu sandığım yerde griyi bulma çabasında.. kendi içimden geçme faslındayım, ben'den geçip ben'i bulma yollarında.. "majörler tükendi minörlere yolculuk"..

ne demiş eril? "tam da bir kedi gibi yaralarını yalayıp hemen iyileşme, yoluna devam etme zamanı..."

ne demiş ane brun?

"don’t be afraid
anymore, don’t wear your inside out
to keep you warm..
so rest your head,
it’s just as well
you can’t keep the sky from falling
anyway.."

ane brun'den, bir diğer su sesli, düş sesli kadından "ismin yalın hâli"ne gitsin bu sefer: lullaby for grown-ups!!

asteroid b 612 / anna ternheim





"asteroid b 612". küçük prens'in yaşadığı gezegen. bir nevi neverland.

"anna ternheim". zarif, melankolik, buğulu... düş sesli, su sesli kadınlardan...

tıpkı asteroid b 612'den sesleniyormuşçasına narin, neverland'de doğmuşçasına başına buyruk, 1900 efsanesi'nin ne büyümek, ne de herhangi bir kara parçasına ayak basmak isteyen anti-kahramanı 1900 (novecento) kadar gerçeküstü ve derin...

"maybe i could be yours. maybe you could be mine."

ya da sadece

"belki ben sarhoş bir gemiyimdir, nörotik bir martı, bir mavi mercan, aya masallar anlatan bir kedi... kime ne ki?"

tadımlık: anna ternheim - lovers dream

ne ki bu ki??

sesler, düşler, düşünceler, izlenimler, girizgâhlar, alıntılar, kalıntılar, keşifler, kâşifler, sanrılar, izler, izlekler, yollar, gürültüler, şarkılar, çığlıklar, başıbozukluklar, suskunluklar, yanılsamalar, sayıklamalar, yansımalar, yüzler, bakışlar, dokunuşlar, mırıldanmalar, sözcükler, göstergeler, saplantılar, tutkular, tutuklu kalışlar, sokaklar, caddeler, kentler, kalanlar, birikenler, süregelenler, yazıya dökülenler...

last.fm

kim ki bu ki??

Fotoğrafım
Istanbul, Türkiye
12 eylül darbesinden bir yıl sonra, bir sonbahar günü cihangir'de doğdu. sarıp sarmalanarak hâlâ yaşamakta olduğu semte getirildi. ilkokulu kırmızı montuyla okulun bahçesinde bir oraya bir buraya koşarak geçirdi. ardından karaköy kartçınar sokak'taki ortaokul/ lisesine başladı. burayı bitirince de üniversite için her sabah beyazıt, vezneciler'in yolunu tuttu. "insan" olmasaydı en çok "martı" olmak isterdi.. ya da bir "gemi", evet, bir "gemi"..

  © Blogger template Brooklyn by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP