deli petra



başımda siyah fötr bir şapka, elimde 60'lı yılların sonunda doğu almanya'da üretilmiş, beirette marka, kompakt bir kamera, dolaşıyorum sirkeci'de, eminönü'nde, şehrin göbek deliğinde... deli petra oldum ne güzel!!
"sen düşürdün beni gurbet ellere" karışıyor dalga seslerine...

hâlimiz duman




radio citizen'dan "dust", bajka'nın vokaliyle.. saatlerdir loop'ta.. koca bir kupa yarı baileys yarı kahve karışımını yeni bitirdim.. üstüne bi de yelyepelek yelken kürek ... yazmaya bile korktuğum kelimeler... hislerinin arkasında durmak istemek ama korkmak... reddedilmekten, geri çevrilmekten, görmezden gelinmekten... ne bok yiycem ben?

On "Different Trains" (Steve Reich)




Different Trains (1988) for string quartet and tape begins a new way of composing that has its roots in my early taped speech pieces It's Gonna Rain (1965) and Come Out (1966). The basic idea is that speech recordings generate the musical material for musical instruments.

The concept for the piece comes from my childhood. When I was one year old, my parents separated. My mother moved to Los Angeles and my father stayed in New York. Since they arranged divided custody, I traveled back and forth by train frequently between New York and Los Angeles from 1939 to 1942 accompanied by my governess. While these trips were exciting and romantic at the time, I now look back and think that , if I had been in Europe during this period , as a Jew I would have had to ride very different trains. With this in mind I wanted to make a piece that would accurately reflect the whole situation. In order to prepare the tape, I had to do the following:

1- Record my governess Virginia, now in her seventies, reminiscing about our train trips together.
2- Record a retired Pullman porter, Lawrence Davis, now in his eighties, who used to ride lines between New York and Los Angeles, reminiscing about his life.
3- Collect recordings of Holocaust survivors Rachella, Paul and Rachel - all about my age and now living in America - speaking of their experiences.
4- Collect recorded American and European trains sounds of the 1930s and '40s.

In order to combine the taped speech with the string instruments I selected small speech samples that are more or less clearly pitched and then notated them accurately as possible in musical notation.

The strings then literally imitate that speech melody. The speech samples as well as the train sounds were transferred to tape with the use of sampling keyboards and a computer. Kronos then made four separate string quartet recordings which were combined with the speech and train sounds to create the finished work.

(Steve Reich, August 1988)

mad rush






yağmur.. gece.. büyüleyici.. müzik.. uçuran, götüren.. başka diyarlara.. "mad rush".. çok teşekkürler bay glass.. bizim için bir onurdu sizi dinlemek, görmek., sizinle konuşmak, tanışmak, parmaklarınızın piyanonun tuşlarına temasına tanık olmak ve o büyülü bestelerinizi içimize çekmek... teşekkürler...

dance me to the end of love





would you?

turkcell, collezione, vs.




hani böyle bir arkadaşınızdan, sevgilinizden mesaj bekliyor olursunuz.. ya da cep telefonunuzun mesaj sesini duyarsınız hiç beklemediğiniz bir anda. "kimden acaba" diye düşünürsünüz bir an için, garip bir heyecan kaplar içinizi, birkaç saniyeliğine bile olsa. tuş kilidini açarsınız. bir de bakarsınız ki gelen mesaj abuk sabuk bir genel mesajdan başka bir şey değil. "turkcell'lilere özel indirim, son fırsat, kaçırmayın!" "collezione'de büyük kampanya!" ya da bakırköy sınırları dahilinde ikâmet ediyorsanız misal, sayın "a. ünal erzen" kamusal kişiliğinin o an sizlerle paylaşmak istediği, kimbilir kimin kaleminden çıkan bir kelimeler bütünü. o an bir daha mesaj sesi duyarsanız aynı heyecanla telefonu elinize almayacağınıza, açıp bakmayacağınıza eminsinizdir. ama aradan sadece birkaç saat geçer ve...

oysa




...



ps: "bana sevdiğini söyle, sana çikolata vereceğim" demişti burcu.

küçük şeyler




hep küçük şeyler bizi usandıran
küçük şeyler bizi utandıran
hep küçük şeyler, küçük şeyler bizi yarıştıran
küçük şeyler bizi uzlaştıran
küçük şeyler, hepsi de küçücük şeyler
bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren

hep kısa anlar, mutluluklar
hayal görür uzun zamanlar
hep kısa anlar karar verdiğimiz
sonra günler boyu neden diye düşündüğümüz
kısa anlar, hepsi de kısacık anlar
bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren

hep büyük düşler, büyük düşler peşinde koştuğumuz
sonra neredeyiz diye içinde kaybolduğumuz
hep büyük düşler elimle tutamadığım
hiç görmediğim, yaşamadığım
büyük düşler, hepsi de küçücük şeyler
bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren

hep küçük şeyler bizi savaştıran
küçük şeyler bizi barıştıran
hep küçük şeyler seni sevdiğim
küçük şeyler seni üzdüğüm
küçük şeyler hepsi minicik şeyler
bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren

bülent ortaçgil

ps: love is suicide.

sadece bitti. ya da bitmeli.




nefret ediyorum. her şeyden. kendimden. ondan. bu saçmasapanlıktan. gerizekalı gibi ağlamaktan. boş yere hâyâl kurmaktan. aşktan. aşık olmaktan. nokta.

madeleine peyroux






çok güzel. böyle sakin, dingin, insana huzur veren bir sesi var. ve de çok içten. evet, kesinlikle.

madeleine peyroux

tadımlık: between the bars

ne güzel öyle




"sokakta giderken, kendi kendime
gülümsediğimin farkına vardığım anlarda
insanların beni deli zannedeceğini düşünüp
gülümsüyorum..."

orhan veli

yakın plan




hiçbir zaman planlı programlı insanlardan olmadım. "planlı" derken her konuda planlı olmayı kastediyorum. yani bir işe başlayacaksa önceden plan yapan, yapacağı işle ilgili öncelikleri belirleyen, çalışma takvimi hazırlayan ve mümkün olduğu ölçüde bu takvime sadık kalan, deadline'ları çok gerekmedikçe ertelemeyen/ kaçırmayan, düzenli/ tertipli, aklı başında insanlardan... benim aklım genelde hep havalarda oldu. belki de bu yüzden şehrin ara sokaklarında, binaların tepelerinde konuşlanan, gizli saklı barları, lokantaları, cafe'leri iyi biliyorum, hani sadece aklım değil gözlerim de havada olduğu için, önüme bakmaktansa havalara bakmayı tercih ettiğim için...

"aklı fikri hep havada insanlardan biri olarak planlı programlı insanlara hep imrendim" desem, öss'de çıkan iğrenç, "okuduğumuzu anladık mı bakalım" sorularının ruhsuz cümleciklerine benzerdi, değil mi? oysa öyle demek niyetinde değilim. ayrıca kimi özel durumlar hariç bu insanlara imrenmek bir yana dursun, genelde müstehzi bir ifade ile yaklaştım. bir defa çok şüphe çekici bir şey, her koşulda planlı ve programlı olmak. çok hesapçı, çok içten pazarlıklı bir yaklaşım gibi geliyor bana bu "plancıl" olma hadisesi. hadi diyelim ki bir yazı yazacağız, plan yapıyoruz, yazıyoruz. eyvallah. sonra diyelim ki bir yolculuğa çıkacağız, plan yapıyoruz, program yapıyoruz, ona göre gidiyoruz filan. tabii böyle olunca önemli olan da hedef oluyor, yolculuğun kendisi değil. zaten yolculuk, adı üstünde, yolda olma durumu ile ilgili bir şey. bir yolda giderken ne kadar planlı olunabilir ki? her adımı planlı programlı atılan; istikameti, kavşakları, köprüleri, ara sokakları, tırmanışları, inişleri, çıkışları, durmaları, duraklamaları, molaları, yeniden yola koyulmaları, kısacası her anı, önceden belirlenmiş bir plana göre şekillendirilen bir yolculuk ne kadar keyif verebilir ki insana? o da olmadı, diyelim, bir adama/ kadına aşık olduk, onunla birlikte olmak, öpüşmek, sevişmek, konuşmak, su içmek, yemek yemek, şarkı söylemek, dansetmek, bakışmak, kavga etmek, yürümek, yüzmek istiyoruz. haydi hop. başlıyoruz "plancıl" bir insan olarak envai çeşit plan yapmaya. yalan! koskoca bir yalan! yemek mi pişiriyoruz? bir yerlerden lahana dolması ya da fırında mantarlı brokoli tarifi aldık da onu mu uyguluyoruz? ayrıca en güzel yemekler aşkla pişirilenlerdir. onu da geçtim, "göz kararı" diye bir kavram var ya! gözün karar veriyor, mantığın değil! plan yapacağız da ne olacak? hedefimize ulaşacağız. adamı/ kadını tavlayacağız. bravo! sonra? sonrası kişiye göre, niyete göre, yer ve zamana göre değişir. hadi ya? elde etmek istediğimiz şeyi elde ettik nasıl olsa, kimi kandırıyoruz? "plancıl" bir insan olarak yeni bir "plan" geliştirip onu uygulamakta sıra. "evlilik" planı, "gösterip vermeme - kıvama gelinceye dek bekletme" planı, "bir kere beraber olduk diye sevgili mi olduk yani, haydi bebeğim, tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna" planı... "içten pazarlıklı" mı demiştik?

yaa, öyle işte. lafın kısası, çok sevimsiz ve bir o kadar da sıkıcı bir şey her daim plan program insanı olmak. ha, önümde yazmam gereken cici bir tez mevcut ve onun için harbiden plan program yapmam gerekiyor. ben de burada oturmuş, plandan programdan ne kadar nefret ettiğimi yazıyorum şimdi. tezat mı dediniz? kaçmak mı? hmm, bir düşüneyim bakalım.

sihir






isim: a little film about making films
yöneten: nick scott
ses: charles officer
müzik: max richter

bugün tezin için ne yaptın? vol. 1




bugün tezin için ne yaptın?

güzel bir soru. kesinlikle. ve bir o kadar da anlamlı.

bugün tezin için ne yaptın?

raflarda onca kitap sana bakarken; ailenin, psikiyatristinin sabrı taşmışken...

aylardır tez danışmanını aramazken...

bugün tezin için ne yaptın?

bu soruya cevap verme zamanıdır abiler!


sevgili tezim,

sana söz veriyorum: eğer sen 14 şubat'a kadar sağ salim bitersen ve ben seni güzeller güzeli bir sevgililer günü hediyesi olarak enstitüye teslim edebilirsem o gün, sana söz veriyorum, sana bir teze verilebilecek en güzel hediyeyi vereceğim ve seni en afilli yayınevinden, en afilli şekilde, böyle en bi süper kapakla bastıracağım!! sözüm söz!!

yeter ki sen de sözünü tut ve 14 şubat gününe dek sağ salim enstitüye teslim edilebilecek hâle gel!!

sevgiler,

d.

punk sei dank!





'99 d.

not: resmi büyütmek için üzerine tıklayabilirsiniz.

soul driver




unutkanlık karası
kedinin gözleri
hafıza kendini gizler
gözlerdeki saydamlık
gibi görülenler,
gözler kapalı olduğunda
hafıza içgüdünün
kardeşi
unutkan değil kedi

'99 d.

aşk




"aşk örgütlenmektir, bir düşünün abiler."

ece ayhan, mor külhani'den

ne ki bu ki??

sesler, düşler, düşünceler, izlenimler, girizgâhlar, alıntılar, kalıntılar, keşifler, kâşifler, sanrılar, izler, izlekler, yollar, gürültüler, şarkılar, çığlıklar, başıbozukluklar, suskunluklar, yanılsamalar, sayıklamalar, yansımalar, yüzler, bakışlar, dokunuşlar, mırıldanmalar, sözcükler, göstergeler, saplantılar, tutkular, tutuklu kalışlar, sokaklar, caddeler, kentler, kalanlar, birikenler, süregelenler, yazıya dökülenler...

last.fm

kim ki bu ki??

Fotoğrafım
Istanbul, Türkiye
12 eylül darbesinden bir yıl sonra, bir sonbahar günü cihangir'de doğdu. sarıp sarmalanarak hâlâ yaşamakta olduğu semte getirildi. ilkokulu kırmızı montuyla okulun bahçesinde bir oraya bir buraya koşarak geçirdi. ardından karaköy kartçınar sokak'taki ortaokul/ lisesine başladı. burayı bitirince de üniversite için her sabah beyazıt, vezneciler'in yolunu tuttu. "insan" olmasaydı en çok "martı" olmak isterdi.. ya da bir "gemi", evet, bir "gemi"..

  © Blogger template Brooklyn by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP